3-Türban Tartışmaları Üzerine

Bu Yazı Son Günlerde Yapılan Sert Türban Tartışmaları Üzerine Yazılmış Bir Denemedir


Türban tıpkı pkk gibi, son yıllarda ülkenin gündeminden düşmeyen ve ülkeyi cenahlara, kamplara bölmek için son derce müsait bir olgu halini aldı. Türbanın bu şekilde, sıradan bir müslüman kadının, yaşayış şekli iken ve hayatımızın çok ufak bir noktasını teşkil ederken, bu derece büyük bir sorun haline gelmesini ise, bizler sağladık. Bizler diyorum çünkü bazılarımız türbanı yanlış emellerine alet etmekle, bazılarımız bu yanlış emellere alet olmakla, bazılarımız işin doğrusunu araştırma zahmetine katlanmamakla, bazılarımız sokaklarda slogan atmak harici bir icraatta bulunmamakla, bazılarımızda kenara çekilip türbanın bir sorun odağı haline getirilmesine müsaade etmekle küçük yada büyük bugünkü problem üzerinde rol sahibidir. Tabi burada bizzat bu problemi oluşturma ya da engelleme durumunda olan zatların bu problemden birinci derecede sorumlu olduklarını belirtmemek, geniş ve ancak dolaylı etkileri söz konusu olabilecek halk yığınlarına haksızlık etmek olurdu.

Bu gün gerek medyada, gerekse toplum içerisinde yapılan tartışmaların çok büyük bir bölümünü gereksiz ve yersizdir. Bu tartışmalar tabiri caiz ise bataklığı kurutma amacından ziyade bataklığın oluşturduğu sivri sinekleri avlama amacı gütmektedir. Dolayısıyla hiçbir derde derman olmayacağı gibi, yapılan tartışma ve eleştirilerin yıkıcı etkilerinin görülmesi de pek muhtemel bir ihtimaldir.

Türban konusu hakkında konuşmaya başlamadan önce yapılması gereken iki şey vardır. Birincisi, öncelikle türbanın gerçekten bir sorun olup olmadığına cevap vermektir. İkincisi,  ise ortaya çıkan bu uyuşmazlığın halkın yaşam ve inanç stilindeki kriterler ölçüsü ile halihazırdaki sistemin öngördüğü koşulların  çakışması sonucu spontane biçimde mi, yoksa halkın inanç ve kanaatleri ile sistemin kasıtlı olarak birbirine yabancılaştırılması sonucunda yapay bir biçimde mi ortaya çıktığıdır.

Birinci halde hiçbir gören göz şunu yadsıyamaz ki, evet, masum türban bu gün kirli siyasetin oyuncağı haline gelmiştir ve üzülerek belirtmek gerekir ki bir sorun halini almıştır. Tabi burada sorun kelimesi ile kastettiğim, türban takmaktan ziyade, türbanın içerisine itildiği ortam hasebiyle bir tartışma konusu haline gelmiş olmasıdır.

İkinci halde ise şahsi kanaatim, bu problemin spontane, kendiliğinden gelişen bir durum olmaktan ziyade, zamanın behlinde Büyük Selçukluya, sonra Anadolu Selçukluya,sonra Osmanlıya ve son haddede Türkiye Cumhuriyeti Devletine düşman nifak öbeklerinin kasıtlı hareketleriyle sistem ile halkı birbirine yabancılaştırmak suretiyle oluşturulduğu yönündedir.

Bu soruları cevapladıktan sonra konuya şimdilik siyasetten biraz uzak kalarak, akademik olarak türbanın kamusal alanla ilişkisini açıklayarak girelim. Esasen burada çok fazla göz önünde bulunduğu gibi kamusal alanın sadece türbana bir reaksiyonu yoktur. Halihazırdaki devletimiz laiklik ilkesini benimsemiş bir örgütlenme yapısı içerisindedir. Bu ilke manevi bir varlık olan devletin her türlü din, inanç ve düşünceye eşit mesafede durmasını gerektirir.  Ancak devlet dediğimiz sözleşme bu duruşu bizzat sergileyemez. İşte devletin bu tarafsız konumunu pratikte oluşturan unsur ise sınırları kanunla çizilen devlet memuru statüsünde bulunan kimselerdir. Yani rejimimizden ötürü bu kimseler devletin tarafsızlık ilkesini benimsemek zorundadırlar. Dolayısıyla devleti temsil konumunda bulunan kimselerin görev başındayken herhangi bir siyasi fikri, dini ya da felsefi inancı, görüşü veyahut düşünceyi anlatan herhangi bir simge, ya da bunları çağrıştıran herhangi şeyi taşımaları devletimizin, rejimi gereği mümkün değildir. Pek tabiki bu açıdan müslüman bayan kardeşlerimizin bir yaşam stili olan türbanın kullanılması da mümkün değildir. Yalnız burada ayırdına varılmasını arzuladığım nokta, rejimi gereği devletin gösterdiği bu tepkinin sadece türbana karşı yönelmiş bir soykırım aracı olmamasıdır. Örneğin bir hakim herhangi bir davaya bakarken türbanlı olamaz, ama aynı hakim herhangi bir siyasi partinin rozetini takamayacağı gibi, haç da taşıyamaz. Türbanın serbest bırakılması gerektiği konusunu ayrıca ele alacağım ama burada özellikle vurgulamaya çalıştığım mevzu, sanki Türk devletinin top yekun bir şekilde İslama savaş açmış olduğu şeklinde oluşturulmaya çalışılan yanlış kanaattir. Oysaki rejimi gereği tarafsızlığı benimsemiş bir devletin bırakın İslamı, herhangi bir dine bu şekil bir tavır alması söz konusu dahi olamaz. Olaya bu pencereden bakarsak olumlu ya da olumsuz fikirlerimizi daha gerçekçi bir temele dayandırabiliriz. Yani aramızda türbana özgürlük isteyenlerimizden kaçı, bu özgürlüğü elde ettiğimiz vakit papaz kıyafetli veya üzerinde kocaman bir haç taşıyan bir hakim tarafından yargılanabileceğimizi düşünerek, bu özgürlüğü talep ediyor. Önemli olan türban takan kardeşlerimizin özgürlüğünü isteyip istemediğimiz değil, önemli olan talep ettiğimiz bu özgürüğün bütün sonuçarını bilerek bu özgürlüğü talep edip etmediğimizdir.

Türbanın kamusal alanla olan ilişkisini ve devletin türbana gösterdiği reaksiyonun, sırf türbana değil, devletin tarafsızlık ilkesini bozacağını düşündüğü istisnasız herşeye gösterdiğini, bunun devletin rejiminin doğal bir sonucu olduğunu açıkladıktan sonra, AKP ve MHP’nin müştereken yaptıkları düzenlemelere gelebiliriz. Burada ilk önce bahsetmek istediğim mevzu AKP ve MHP’nin birlikte hareket etme iradesi bulunmadan, birlikte hareket etmek zorunda kalmış olmalarıdır. Şöyleki, bilindiği gibi bu türban meselesi AKP’nin en büyük dertlerindendi. Çünkü iki dönemdir, millet vekili genel seçimlerinden önce türbanla ilgili vaatlerde bulunmuş ve  iktidarının ilk döneminde bu konuyla ilgili bir düzenleme yapmamıştır. Bu kendisine oy veren halktan ve parti içerisinden AKP’ye yönelik müthiş bir baskı oluşturmuştur. Bu sebeple AKP yapacak olduğu yeni anayasa ile bu konuya çözüm bulma arayışı içerisindeydi. Ancak yeni anayasa en erken 2009’un başlarında yürülüğe girebileceği için, bu zaman zarfındaki baskılara dayanılamayacağı ve bu süre içerisinde oluşabilecek olumsuz bir durumun süreci kesintiye uğratabileceği korkusu vardı. Tam bu sırada MHP liderinin ‘madem bu kadar samimisiniz, haydi türbanı  çözelim’ şeklinde, AKP’yi köşeye sıkıştıracağını düşündüğü blöfü, esasen AKP’nin arayıpta bulamadığı fırsat olmuştu. Bu saatten sonra teklifi yapanın kendisi olması hasebiyle geri adım atamayan MHP mecburen işbirliği yapmak zorunda kalmıştı. Sonuç olarak AKP, üzerindeki seçmen baskısı ve bu seçmeni kaybetme korkusuyla, MHP, kendi kazdığı kuyuya düşmesi sebebiyle işbirliği yapmaya mecbur kaldılar. Taslak hazırlama esnasında, basına pek yansımasada, sürecin defalarca kesintiye uğraması da, iki partinin esasen işbirliği içerisinde olmadığının kanıtıdır. Bu durum özellikle yapılan düzenlemelerin iyiniyetinin veya samimiyetinin sorgulanması açısından önemlidir.

Bu mevzuyu açıkladıktan sonra, türban meselesini çözmek için iki partinin uzlaşabildiği, anayasanın 10, 42 ve yök kanununun ek 17. maddesindeki değişikliklere gelebiliriz. Öğrenimini de bu alanda sürdüren birisi olarak, şimdiye kadar bu kadar zayıf bir hukuk yapma tekniğiyle karşılaşmadığımı söyleyebilirim. Hele yök kanunundaki düzenleme hukukçuları isyan ettirecek cinsten. Bir kanunun bu kadar ayrıntıya inmiş yani türbanın bağlanış şeklini açıklayacak kadar küçülmüş olması, tanımı gereği soyut ve genel olması gereken kanunun yapısına aykırı olduğu gibi, bu kadar ayrıntılı olmasına karşın muazzam boşluklar taşımaktadır. Öte yandan anayasada yapılmak istenen değişiklerle ilgili olarak ise şunu söyleyebilirim ki, 10. maddeye eklenmek istenen cümle kanunun tekrarından ibaret olacağından bir anlam taşımamaktadır. 42. maddenin sonuna eklenmesi düşünülen fıkra ise aynı maddenin 3. fıkrasıyla açık bir tezatlık teşkil etmekedir. Ayrıca yukarıda uzun tartışmasını yaptığım gibi bu mevzu bizatihi rejimle alakalı bir iştir. Yani anayasa değişiklikleriyle falan olabilecek birşey değildir. Tabi burada kastımız bu tip basit çözümlerle formülize edilmiş ufak çaplı değişiklikler. Dolayısıyla yapılmak istenilen değişiklikler hukuk yapma tekniği açısından son derece zayıf, kanunu kendi içerisinde ihtilafa düşürecek ve maalesef eğer doğru dürüst bir değişiklik yapılmazsa, anayasa mahkemesinin iptal etmesi kuvvetle muhtemel olan düzenlemelerdir. Bu şekilde türbanlı kardeşlerimizin lehine bir durum oluşturulamazken, toplumun günler süren gereksiz ve sonuçsuz tartışmalarla derin yaralar alması ve kamplara ayrılması tehlikesi ile de karşı karşıya kalabiliriz.

Ayrıca düzenlemenin çok büyük hukuki boşluklara yol açabilecek olan bir tarafıda vardır. Şöyle ki, bu düzenleme üniversiteler için yapılıyor. Yani üniversite ile sınırlı kalmak şartıyla ünivesite öğrencisi olanların faydalandırılması düşünülen bir özgürlük olarak tasarlanıyor. Tabi aynı zamanda hem bu konuda bir düzenleme olmadığı, hemde yukarıda açıkladığımız gerekçelerden ötürü kamuda bu yasak hala devam ediyor. Buraya kadar herşey normal. Ama büyük bir hukuki boşluk var, tıp ve hukuk fakülteleri ve bu fakültelerin sisteminde işleyen diğer fakülteler. Bir tıp fakültesi öğrencisi 2 yada 3. sınıftan sonra devlet hastahanelerinde staja başlar. Bu öğrenciler, teoride öğrencidirler ancak pratik olarak kamu hizmeti görürler yani hastalara bakarlar. Aynı durum hukuk öğrenimi gören öğrenciler içinde söz konusudur. İşte bunların hukuki durumu belli değildir ve böyle bir durum ne kanunla ne de başka bir şekilde düzenlenebilir. Yani aynı ameliyat hanede iki tane bayan, ameliyat yapıyor. Birisi okulu bitirmiş, türban takamıyor, diğeri bitirmemiş türban takıyor. İkiside aynı ameliyathanede, ikiside aynı işi yapıyor. Şimdi bunlardan birine nasıl türban takma, diğerine tak denilebilir ki? Ya da hangi kanunla bu mevzu düzenlenebilir?

Sonuç olarak benim bu konudaki görüşüme gelirsek iki parça halinde gitmekte fayda var. Yani taraf olduğum ve karşı olduğum şeklinde bir ayrıma tabi tutabilirim görüşlerimi. Ve bu görüşlerimi düzenleme ve tartışma konusu üniversiteler olduğu için sadece bu ikisi üzerinde toplayacağım.

Öncelikle karşı olduğum durumdan başlayalım. Ben üniversitelerde kara çarşafa açık ve net bir şekilde karşıyım.ancak yanlış anlaşılmasın, muhalefetim kara çarşaf giyen hanım kardeşlerime değil, bizzat kara çarşafın kendisine, maddesine, cismine. Yoksa çarşaflı olduğu halde gayet aydın kardeşlerimiz olabilir. Onlara karşı bir sözüm yok. Gelelim muhalifliğimin sebebine. Ben kara çarşafa her baktığımda Osmanlı’nın çöküş yıllarını, geri kalmışlığın ya da bıraktırılmışlığın acısını duyuyorum. Çünkü onlarca yıl gerek hristiyan kilisesinin, gerek diğer zararlı faaliyetlerin sonucu olarak hanım kardeşlerimiz kara çarşafın içine hapsedildi ve toplumun bir parçası olmaları ve kendilerini geliştirmeleri engellendi. Ve şahsi kanaatim Osmalının sonunu hazırlayan ise hanımlarımızın hapsedilmesi oldu. Muhalifliğim bu sebepten ötürü, bu çöküşle adeta özdeşleşen, kara çarşafın bizzat kendisine.

Taraf olduğum noktaya gelirsek. Tabiki türbanın serbest bırakılmasında bir sakınca görmüyorum. Ancak bu ortamda ve bu şekilde değil. Bu gün bir çok kavramın altı oyulmakta, içi boşaltılmakta ya da arkasına kendisi ile ilgisi olmayan şeyler doldurulmaktadır. Bu ise algılama, anlama ve anlatma problemlerini beraberinde getirmektedir. Buna psikolojide, afazi denmektedir. Ve çok tehlikeli bir toplumsal hastalıktır. Halihazırda örneğin bir kurt temsili taşısanız akıllara hemen MHP,ülkücüler, ocaklar, kavgalar vs. geliyor  oysaki aynı kurt on bin sene evel göktürk bayrağında da vardı. Veyahut tekbaşına kırmızı bir yıldız çizseniz hemen komünist, sosyalist, maocu, devrimci vs. damgası yiyorsunuz. Oysaki aynı yıldız binlerce yıl önce Hz.Davutun flamalarında da vardı.  Örnekleri çoğaltmak mümkün anlatmaya çalıştığım anlaşıldı sanırım. Hakeza bu gün öyle bir hava oluşturuldu ki türban deyince akla gericilik, şeriat, bağnazlık, inak düşünce, sarıklı cübbeli, elinde iki metre sopası olan hocalar gelir oldu akla. Oysa biz biliyoruz ki türban bunlardan tamamen bağımsız, sadece müslüman bir hanımın bir yaşam biçimidir. İşte türban serbest bırakılacaksa önce bu anlam karmaşasına son verilecek. Kavramlar yerli yerlerine oturtulacak. Kavramlar yerli yerlerine oturtulmadığı için bu gün türban dendiğinde, insanlar hemen şeriat mı geliyor, bizi zorla kapatacak mısınız vs. soruları soruyorlar. İşte bu anlayış değiştirilmeden yapılacak her hamle toplumu cenahlara, kamplara böler. Ve bu durum ister türbanı savunalım, ister savunmayalım hiçbir kesimin lehine olmayacağı gibi son derece aleyhine sonuçlar doğurur. Ayrıca türban takma bilincinin de geliştirilmesi lazım. Çünkü türban takmak, bir yaşam stilini de beraberinde getirir. Bu halde türban taktığı halde vücudunun başka yerlerini teşhirde sakınca görmeyen zihniyet türban olgusunu, sorun haline getirmk isteyenlerin en büyük dayanaklarından birini teşkil ettiği gibi, tesettürlü arkadaşlarıda küçük düşürmekte ve kendi içerilerinde tutarsızlığa sevketmektedir. Son olarak yapılacak düzenlemenin toplumla mutabık ve doğru siyasi ve hukuki hamlelerle yapılması, yapılacak olan düzenlemenin kalıcılığı, sağlamlığı ve faydalılığı üzerinde son derece büyük ehemmiyete sahiptir.

Bu şartlar altında türban dendiğinde, akla sadece müslüman hanım kardeşlerimizin yaşam stili geldiğinde ve toplumun türbanlı, türbansız diye ayrıldığı değil, bizim özgürlüğümüz var onların neden yok şeklinde birleştiği ve hukuki çözümlerin çıkar amaçsız ve korkusuz sağlam adımlar biçiminde atıldığı bir ortamda, türbanın mekan kısıtlaması olmaksızın serbest olmaması anormallik olacaktır...

Anıl Beşir   Kırıkkale Ünversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
 


Sitemizin tasarımını nasıl buldunuz?
Çok güzel...
Güzel...
Daha iyi olabilirdi...
Tasarım içerikle uyum halinde değil...

(Sonucu göster)


 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol