1-Onur Ve Adalet Kıskacında Yeni Dünya Düzensizlikleri

Kırıkkale Üniversitesi Genelinde Düzenlenen “ONUR VE ADALET” Konulu Makale Yarışmasında 3. Olan Yazım

 

ONUR VE ADALET KISKACINDA YENİ DÜNYA DÜZENSİZLİKLERİ
-Postmodernleşen Manasızlıklarıyla Onur ve Adaletin Yeni Hali-



Onur ve adalet kavramları adeta her kilitli kasayı, her kapalı kapıyı açan maymuncuk gibidir elimizde. Herkes her yaptığı işte adaleti vurgular veya onuru. Başlıbaşına bir değer ve cevher olmasına karşın milyon yığınları arasında söz hakkı kaybolan insanların katıldığı seçimlerden iktidar olarak çıkan partinin bu seçim şekli gayet adildir. Parti başkanlarının ilk planda “kendilerine” oy verenleri düşünmesi onurlu bir davranıştır.  Adaletsiz rejimleri “adam etmek” için açılan savaşların, dökülen kanların insanlık onuruna dayanması kadar normal bir durum yoktur zaten. Peki onursuz bir uğraşın, adaleti gerçekleştirebilmesi veya adaletsiz bir uğraşın onuru gerçekleştirebilmesi mümkün müdür? Bu son söylenenin içerisine, bir parti başkanının tavırlarından, bir komutanın askerlerini yönetişine; bir öğretmenin sınıftaki tavrından, birdoktorun hastasıyla münasebetine kadar herşeyi sokmamız mümkündür.

Aslında işin mantığı veya söylemlerin yapılan işlerle ne derece uygun olduğunun pek bir önemi yok çoğu zaman. Çünkü amaç onur ve adaletin yanısıra bunların koryucu kalkanı altında, yapılan gayrimeşru işin meşru hale getirilmesidir. Ve hatta bu kavramların ardında nice diktatörler, nice totaliter ve baskıcı rejimler durmuşlardır ki, bu adaletsiz ve dolayısıyla onursuz rejimlerin en çok korktukları iki çok değerli kurum yani hak ve bu hakkı arama özgürlüğünün ırzına en kolay bu kalkanın ardında geçilebilmiştir. Ne kadar acıdır ki, bu yüce değerler, yine bu yüce değerlerin tasfiyesine araç olmak yetmezmiş gibi, bu tasfiyeyi gerçekleştirenlere de üstlerine giydikleri elbise olmuştur. İşte çağımızın hızla yükselişi ve herkesin ağzından düşmeyen postmodernitenin en azından pratik hayat içerisindeki onur ve adalet anlayışı. Denilebilir ki, bu durum tarihler boyu bu şekilde süre gelmiştir ve gene herzaman olan olmaktadır; dolayısıyla bu hali son devrin bir getirisi olarak görmenin haklı bir tarafı yoktur. Ben bu eleştiriyi haklı bulmam çünkü öncelikle gerek yaşayış ve anlayış şeklinden dolayı dünya üzerinde hiç bir zaman çağımızdai kadar hızlı bir kirlenmişlik ve yoğun bir dejenerasyon yaşanmamıştır. İkinci olarakta dünya, bu gün tarihinde hiç olmadığı kadar  güdümlüdür ve bu sebepten bu kirlenmişlik ve dejenerasyon hiç olmadığı kadar çok insanı etkilemektedir. Neredeyse bütün insanlığı...

Bu çok genel bir şekilde çizdiğimiz tablo karşısında yeni dünyanın, bu çağ dünyasının gerçek adalet ve gerçek onura göre yeri bellidir. Ve bu yüce değerler er ya da geç bu çağı sorgulayacaktırlar ve gereken not o zaman düşülecektir. Ancak tabi adalet fikri her zaman kutsal olmasına karşın, geç gelen adaletin değerinin bu adaletsizliğe maruz kalanlar açısından pek bir değeri olmuyor genelde. Tabi bu adaletsiz yönetimin bir sebebi ve aynı zamanda şiddetle sonucu olmak üzere bir ağaca vurulan balta gibi, onurlu bir yaşama vurulan darbeler de geri alınamıyor.

Onur ve adaleti bu iki yüce erdemi birlikte kullanıyorum. Çünkü bu ikisinin birbirinden ayrılması bence mümkün değildir. Adaletsiz bir düzen veya yaşam onurlu olamaz, onursuz bir düzen veya yaşam da adaletli olamaz. İkisi birbirinin tamamlayıcıları gibidir. Şöyleki, adalet duygusuyla yoğrulmamış bir yönetimin yönettiği insana gösterdiği tavır, kişinin hakkı olmasına karşın, elde etmesi gerekeni, maddi ya da manevi farketmez, elde edememesi sonucunu doğurur. Böyle bir halde kişinin onurlu yaşamı kendisi dışında baltalanmış kendisi düzgün olarak yaşasa dahi, birileri tarafından elinden alınmış olur. Bu adaletsizlik yönetimden gelmek zorunda değil, kişi kendi tavır ve davranışlarıyla adaletin erdeminden kendini mahrum brakmış, adaletsiz davranmış olabilir. Bu halde ise, haksızlığı savunan kişi kendi onurunu kendi elleriyle çöp sebetine atmış olacak, adaletsizlikten sonra o kişide bir onurun varlığından söz edilemeyecektir. Tersi halde yani onur gibi çok kutsal ve ince bir görüşle yoğrulmamış yönetimin yönettiği insana tavrı vicdansız, insanlık dışı olabilecektir. Bu halde o kişiye yönelen bir adaletin varlığından çoğu zaman bahsetmenin imkanı olmayacağı şüphesizdir. Ancak gene bu onursuzluk yönetimden değilde, kişinin kendisinden, kendi tavır ve davranışlarından kaynaklanıyor olabilir. Bu halde ise, insan olmanın çok büyük bir getirisi olan vicdan, karakter ve hakkaniyet duygularını bünyesinde muhteva eden onurun  bir kimsede olmaması, o kimsenin yapamayacağı hiçbirşey olmadığı manasına gelir ki, bu da gene çoğu zaman adaletin varlığını ortadan kaldırır. Bu açılardan baktığımızda adaletli davranmak ancak onurlu bir yönetim veya bireyin bir erdemidir, aynı şekilde olmak üzere onurlu olmakta adaletli bir yönetim veya bireyin özelliğidir. Peki hangisi öncedir? Adalet mi onurdan önce gelir, onur mu adalettten önce gelir? Bu iki değerin ana unsuru hangisidir? Korkarım bu sorulara verilecek net bir yanıt yoktur. Adalet, onurdan önce gelir dendiğinde, onur olmadan nasıl adil olunur diye bir eleştiri yapılabiliyorsa tersinde, onur önce gelir dendiğinde, adalet olmadan onurlu nasıl olunur denilebilir. Buradan ulaştığımız sonuç, bu iki erdem birlikte teşekkül etmelidir. Tıpkı insan ortak paydasının kadın ve erkek diye devam etmesi gibi. Nasıl ki kadın erkeğe, erkek ise kadına muhtaçtır; onur adalete, edalet ise onura muhtaçtır. Ancak bu birliktelik sayesinde var olabilirler. Başka türlüsü, adalet ve onurun, adaletin veya onurun götürüldüğü ülkelerde, adaleti veya onuru götüren ve adalet veya onur elbisesi giyen insanlar tarafından katledilmesidir. Yani pratik postmodern anlamlarının uygulamaları gibi esasen adaletsiz ve onursuz bir yaşamı olşturmak için kullanılan birer kalkan olurlar.

Yaptığımız açıklamalardan bir şey çıkıyor. Bir düalizm. Onur ve adaletin olumlu ve olumsuz manaları bazen yöneticiler tarafından bazende doğrudan teker teker bireyler tarafından karşı tarafa yönelebiliyor. İlk halde bireyin kısmen kendi dışındaki bir organizmanın tavrı söz konusu iken, ikinci halde belki daha deruni, daha içsel ama çok daha ağır kişisel sorumluluğu olan ve kişinin tercihlerinin çok etken olduğu bir durumla karşılaşılıyor. Ve aslında bu durum yönetimin tavrını da yorumu biraz geniş tutarsak içine alabilir. Örneğin bir dikta rejiminde adaletsizliğin kaynağını yönetim olarak belirleyebiliriz ancak o yönetimin bu adaletten uzak tavrının bu diktayı kuran insanın tercihleri olduğunu da unutmamalıyız. Dolayısıyla aslında bu yüce erdemler sistemsel olmak yerine bence biraz  daha insani özellikler taşımakta ve bu açıdan daha iyi irdelenmesi gerekmektedir. Çünkü bir sistemin adil ve onurlu olmaya ve davranmaya ihtiyacı yoktur. Buna ihtiyacı olan bu sisteme muhatap olan insanlardır. Sistem de bu yüzden buna uygun olmadığı müddetçe yanlıştır diyoruz. Çünkü herkesin adalete ihtiyacı vardır ve onurlu yaşamaya. Çünkü herkes hakkı olanı almak ister ve bunun kadar doğal birşey olamaz. Çünkü herkes manevi bütünlüğünü sağlayarak onurlu bir hayat sürmek ister. Ve bütün bunlar insan olan hekese lazım olan temel gereksinimlerdir. Dolayısıyla adaleti yıkan insanların da hiç unutmamaları gerekir ki, yıktıkları adalet bir gün kendileine de lazım olacaktır. Aynı şekilde bu, sistemler içinde gereklidir. Tarih karşısında adil olarak yargılanmak isteyen bir sistem kendi adalet anlayışına özen göstermelidir. Adil olmayanlar adil yargılanamaz demiyorum tabi ki ancak şunu diyorum, yıktığın adalet tarafından yargılanacaksın dikkat et. Aslında bu son söylediklerimiz yukarıda sorduğumuz sorular karşısında “acaba adalet fikri, onur fikrinin bir nebze de olsa önüne mi geçiyor” gibi bir soruyu akla getirebilir. Pratik net olaylar karşısında çok küçükte olsa bir kayma olabilir belki ancak öz olarak bu söz konusu değildir. Zira unutulmamalıdır ki, örneğin yukarıda verdiğimiz misalden devam edelim, adaleti yıkan bir sistemin, yıktığı adaletin yerine getirdiği çarpık sistem tarafından veya her halükarda gerçek adalet fikri tarafından yargılanması, ilk halde onurunu elde edememesi, ikinci halde doğrudan onursuzluğu sonucunu bebaberinde geirecektir.

Aslında geldiğimiz noktada bir ironi de söz konusudur. Yani önemli olan tarafın bozuk olması halinde büyük sorun teşkil etmesi, diğerine nazaran daha geri planda kalan tarafın bozuk olması halinde gene diğerine göre daha küçük sorun teşkil etmesi gerekir. Ancak burada adalet ve onur fikri daha çok bireysel açıdan değerli ve önemli, yönetimsel açıdan biraz daha gerideyken, adalet ve onur fikrini en fazla zedeleyen ve bunu en fazla baltalayan genelde bireyler değil, yönetimdir. Daha geri planda olmasına karşın, daha büyük sorundur.

Bir devlet yani genel olarak yönetimden bahsediyoruz, devlet olduğu için kutsal değildir. Bir devlet eğer adalet ve onur fikirleriyle yoğrulmamışsa ve bu ikisinin bir getirisi olması gereken, olmazsa olmazı “hak” ve “hak arama özgürlüğü” kurumlarına yer vermemişse bir kutsallığıda yoktur, savunulabilir bir tarafı da yoktur. Böyle bir devlet sıkıntı ve zulüm kaynağından başka birşey değildir. Adı ne olursa olsun bu söylediğim geçerlidir. Eğer bir devlet bireylerine adil davanmıyorsa ki bu her açıdan algılanabilir. Eğitim açısından, statü açısından, gelir açısından, güvenlik açısından, yargılama açısından vs. adı ister Cumhuriyet olsun, ister Demokrasi olsun ne olursa olsun savunulmaya değer değildir. Cumhuriyetin içi adalet kavramıyla, onur kavramıyla, hak kavramıyla, hürriyet kavramıyla dolmadıktan sonra sonra, bu Cumhuriyeti savunmak haksızlığı dolayısıyla adaletsizliği savunmak, adalete ve onura, en baştan beri anlattıklarımızı yapmak yani bunları yıkmak manasına gelecektir. Şüphesiz adaletin olmadığı bir devlette veya onurlu bir yönetiliş şeklinin olmadığı bir devlette güvenliğin olmasıda mümkün değildir. Güvenliğin olmadığı yerde ise insan haklarından bahsetmenin mümkünatı kamaz haliyle. Dolayısıyla dalga dalga giden, açılan bu yelpazenin en temelinde onur ve adalet yatmış olur. Onur ve adaletin olmadığı yerde bozukluk başlar ve devam eder. Hiç birşey kalmaz geriye. Ve yanlışlık, yönetimi en başta oluşturanlar tarafından himaye edilen yanlışlık, bu adaletsizlik, bu zulüm, bir gün mutlaka onlarıda bulur ve o zaman adalet için yollara düşülür. Çünkü adalet ve onur herkese lazım. Bir gün mutlaka.

Adil olmak zordur birey çin. İyi olmak kolaydır, çünkü iyi olmak bir hareketi bünyesinde barındırmaz. Doğru olanın ne olduğunu söylersin ve gerisine karışmazsın belki. Ama adil olmak bir hareket barındırır bünyesinde. Sadece doğruyu görmek ve söylemek değil, aynı zamanda bu doğruyu yapmayı da gerektirir. Her şartta ve her koşulda haksızlığın karşısında haklıyı savunmayı ve buna göre davranmayı gerektirir. Bu hareketin ilk aşamasında onur giriyor  belki devereye. Onurlu, vicdanlı olmalı ve haklıyı haksızı ayırt etmelisin. Bunun ardından da haksızı himaye etmemeli gerekeni yapmalısın, işte bu da adil olmak belki. Peki niçin böyle davranmalı insan? Böyle bir soru yöneltilebilir. Cevabı basit, kendini savunabilmek için. Şöyle düşünebiliriz: Bu gün bir başkasına yapılan haksızlığı himaye eden birey, yarın  bu himaye ettiği haksızlık kendisine yapıldığı zaman kendisini hangi haklı ve geçerli sebebe dayanarak savunabilir ki? Ülkenin yargılama usulünden bahsetmiyorum... Sübjektif değer yargılarından bahsediyorum. Bir kimse bir haksızlık karşısında adil davranıyorsa kendi içinde bir sistem kurmuş oluyor. Bu açıdan değerlendirirsek, bu haksızlığı himaye eden kimse, himaye ettiği haksızlık kendisine yapıldığı vakit, kendisi bu haksızlığı himaye ettiği zaman kurduğu sistemle mukabele görürse kendisini nasıl savunabilecektir ki? İşte bu yüzden herkes için onur ve herkes için adalet diyoruz. Çünkü herkes adilliği ve onurluluğu hak eder ve layıktır ve bu şekilde kalmalıdır. Buna göre davranmalıdır. Uunutulmaması gereken husus sistemleri oluşturan da bireylerdir. Bütün bunlardan sonra şunu da eklemek gerekir ki, bireyler tarihte hiç olmadıkları kadar şimdi açlar belki onur ve adalete. Çünkü, milyonların arasında yalnız başına kalan, tutunacak dalı, sığınacak yeri olmayan, yalnızlığın ve yalnızlığın getirdiği ezilmişlik ve güçsüzlük hislerinin yanında vahşi sistemlerin pençesinde ve güdümlenen ve her türlü yanlışın adalet, onur, özgürlük, demokrasi kılıfları altında işlendiği bugünün dünyasında, kişi ve kişilik suistimal edilmeye son derece açıktır. Ancak bu iki taraflı bir iş olmalı şüphesiz, aynı şekilde bireyde adalet ve onurlu yaşam ölçülerine daha fazla özen ve dikkat göstermeli.

Popülistleşen sistem ve sosyal yapı önüne geleni yutan bir canavar gibi bütün kavramların kimlikleriyle oynamaktadır. İçi boşalan, kimlikleri değişen kavramlar önce kavramsal olarak kendileriyle, sonra uğradıkları mutasyon sebebiyle değişmiş olan muhtevaları sebebiyle zihinlerde bir çatışma yaşamaktadır. Yani herşey, bütün renkler hızla kirleniyor bu gün. Ancak bu kirlenme yarışında birincilik beyazındır. Diğer renkler, kimliklerindeki renklilik sayesinde belli ölçülerde içerdikleri kiri kamufle edebilirler belki ve bir şekilde yanlışlığı tolere etme şansları olabilir. Ama beyaz öyle değil. Safiyaneliği, temizliği ve en kutsal olanı simgeleyen beyaz öyle değil. Beyaz en çok kirlenen ve en çok dejenere olandır. Onur ve adalet, beyaz renktir belki bu günün dünyasında. En çok kirlenen, en çok kirletilen, tüketilen. Ve en önemlisi geri dönüşü olmayan. Herhangi birşey, bir şekilde tolere edilebilir. Peki bir insanın hakkını alamaması, bir insanın onurunun elinden alınması... Bunların geri dönüşü var mıdır?

Herşeye yeni manalar, “post-....’lar” izafe edilen milenyum çağının onur ve adaletten anladığı, parası olanın daha çok para kazanması belki. Veya insanların kamu güvenliği maskesi altında fişlenmesi, özel hayatlarının delik deşik edilmesi. Ya da insanlık onurunun bir gereği olarak(!) savaşılması, her manada... Bunlara az çok değinmiştik yer yer. Tekrarını gereksiz görüyorum. Ama dünya kıskaç altındadır, onur ve adaletin kıskacı altında. Ve bu kıskaç her geçengün daralıyor, ya da ben öyle olmasını temenni ediyorum. Ama şüphesiz kıskaç bir gün kapanır ve artık onursuzluğu ve adaletsizliği, onur ve adalet ismini kullanarak yapanların notu verilir. Umarım bu çok uzak bir gelecek olmaz.

Herşeye rağmen, birey başlıbaşına bir değer olduğu için, çeşitli araçlarla amaca ulaşmak imkanı vardır. Bu açıdan bakarsak onur ve adalet salt tek başlarına yukarıda da belirttiğimiz gibi birey olmadan değerli değildir. Ve eğer bunları değerli kılan bireyse, bunlar bireyin amacı seyrinde araçtırlar. Bu amaç şüphesiz insaca yaşamaktır ve mutlu olabilmek. Bütün insanlığın en temel ve en kusal uğraşı da bu değil midir zaten? Bütün ideoloji ve dinlerin, samimi ya da samimiyetsiz olanların en öz deki ereği mutluluk değil midir? Öyleyse bu açıdan onur ve adalet fikrinin hizmet ettiği şeyi de netleştirmekte fayda var. Mutluluk... İnsanlar onurlu kalabildikçe ve onurlu kalabilmeleri için kendilerine adil davranıldıkça ve kendileri adil davrandıkça ve adil kalabildikçe ve adil kalabilmek için kendilerine onurlu bir şekilde davranıldıkça ve kendileri onurlu bir şekilde davrandıkça da, en temel hedefe ulaşılabilecektir. Yukarıda verdiğimiz örnekle birleştirerek yazımızı şu şekilde bitirebiliriz. Adalet ve onurun ilişkisi kadın ve erkeğin karşılıklı durumu gibidir demiştik, erkek ve dişinin ayrılmaz bütününden insanlık, yani hayat, yani aslında bu yazının sebebi varoluyor; aynı şekilde erkek adalet ve dişi onur olursa (tabi yerleri değişebilir), insanlıkta bu vecizede mutluluktur. Nasıl varolmak herkes içinse, mutlu olmakta öyledir ve bir alt kademesinde onur ve adalet herkesin sahip olması gerektiği ve hakettiği birşeydir. Ama herkesin, kim olursa olsun...

Anıl Beşir   Kırıkkale Ünversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi

 

 


Sitemizin tasarımını nasıl buldunuz?
Çok güzel...
Güzel...
Daha iyi olabilirdi...
Tasarım içerikle uyum halinde değil...

(Sonucu göster)


 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol