3-“YENİ DÜNYA” Düzensizlikleri

Yayımlandığı Tarih: 14 Nisan 2009 Salı; 
Yayımlandığı Yer: İL GAZETESİ; 
Yayımlandığı Sayfa: 8


“YENİ DÜNYA” Düzensizlikleri

 

 

Sevgili dostlar, malum bu hafta ABD Başkanı Obama’nın gelişi, Türkiyedeki çok çarpıcı açıklamaları, “One minute” ile Davos zirvesinde Son Osmanlı Padişahı 1. Recep ünvanı ile taltif edilen Erdoğan’ın, daha önce Hz. Muhammed ile ilgili uygunsuz karikatürler ve teröristlerin yayın organı Roj Tv ile ilgili savunucu tutumu nedeniyle ihtilafa düştüğümüz Danimarka Başbakanı Rassmussen’in NATO Genel Sekreterliği adaylığını boykot etmesi, daha sonra İtalya Başkanı Berlusconi ve ABD Başkanı Obama’nın devreye girmesi ve garantör olması ile, NATO zirvesinde, “One minute” balonunun havasının inmesi ve son haddede Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri seçilmesi, medeniyetler ittifakı bünyesinde Türkiyedeki toplantılar vs. derken anlayacağınız gergin, yoğun, diplmatik hamlelerle dolu bir gündem geçirdik. “ESKİ DÜNYA” düzensizliklerinin kılıfı olan “YENİ DÜNYA” düzeninin, son bir haftada Türkiyede kilitlenen bu parçalı bütün aşamasını bende bugünkü yazım da parçalı bir bütün şeklinde ifade etmeye çalışacağım.

 

Obama’nın Türkiyeyi Ziyareti

 

Malumunuz ABD Başkanı Obama’nın Türkiyeyi ziyareti son 2 haftadır gündemin en tepesinde yer alıyor. Ve ha geldi ha geliyor, uçağı bozuldu, iptal edildi falan derken, Obama nihayet ülkemizi ziyaret etti.

 

Aslında ana hatlarıyla ilginç bir ziyaret oldu. Çünkü Obama ilk turu boyunca Türkiyeyi ilk sıraya koymuştu ve resmi sıfatla gerçekleşen bir ziyaret oldu. Normal şartlar altında bu değerli birşeydir. Karşı tarafın yani ziyaret edilenin gururunu okşar. Şöyle düşünün bir toplulukla oturuyorsunuz ve dışarıdan birisi geliyor. Bu kişi herkesi pas geçerek önce gelip sizin elinizi sıkyor ve sonra diğerlerine yöneliyor. Bu hoş birşey. Tabi tam bir iyi niyetle yapıldığında. Peki acaba aslı bu mu? Bence değil.

 

Şimdi bakıyorum sırf bu olay müthiş bir ABD sempatisi doğurmuş durumda. Gazeteciler, politikacılar, sokaktaki vatandaş neredeyse herkes güzel güzel laflar ediyor. İşte benim bu genel kanaate katılmadığım nokta ise tam burada kendini belli ediyor. Kimse kusura bakmasın ama zaten ziyaretin böyle yapılmasının sebebi de, bu güzel güzel konuşan insanları, güzel güzel konuşturtmaktı. Zira her ne kadar Türkiye büyük ölçüde bunu kullanamasa da, ülkemizin çok başka bir yeri vardır dünya siyasi hayatında. Bu noktadan bakılınca, özellikle Bush dönemi icraatları açısından Türkiyedeki ABD sempatisinin yüzdesi neydi acaba? Yani kaç kişi ABD’ye karşı bir sempati hissediyordu. Irak, Afganistan işgalleri, Filistinin durumu, Guantanamolar vs. ABD kötü bir durumdaydı değil mi? Peki hal böyle olunca ABD isteklerini iktidara kabul ettirse de, bu istekler halka nasıl kabul ettirilecekti? Ettirilemeyecekti elbette. Ee tablo ortada, bu antipatiyi, sempatiye dönüştürmek gerekiyordu ve ziyaretin herkesin çok beğendiği o, aman canım ilk Türkiyeye geldi, zaten bu adamın babasıda müslümanmış, bak camiye girerken ayakkabısını çözdü, bu adamın bir adıda Hüseyinmiş, lafları, ABD’nin izleyeceği politikalar karşısında Türk milletinin gazını almaktan başka birşey değildir.

                                                                                                              

Ne demişti Obama mecliste “Türkiyeyle her alanda işbirliği”. Acaba ABD kendi çıkarlarına hizmet eden bir işbirliği mi tasarlar, yoksa Türkiye’nin çıkarlarına hizmet eden bir işbiriği mi tasarlar? Tabi ki kendi işine geleni yapacaktır. Bu gayette doğal. Ve bu ortaklıkta da bazı talepleri olacaktır şüphesiz. Şimdi bu son söylediğimi yukarıda ki “Peki hal böyle olunca ABD isteklerini iktidara kabul ettirse de, bu istekler halka nasıl kabul ettirilecekti?” cümlesiyle birlikte yorumlayın.

İşte bütün o sempatik konuşmalar, tavırlar, ilk Türkiye’nin ziyaret edilmesi gibi, izlenen siyasete benim bakış açım budur. ABD’nin bozulan imajını düzeltmek için bu gerekliydi. Yoksa Obama başkan oldu diye çok fazla ümitlenmeye gerek yoktur.

 

NATO Yolları Taşlı

 

Birçoğunuz hatırlayacaktır. Geçtiğimiz yıl Danimarkada bir gazetede Hz. Muhammed ile ilgili çok uygunsuz, aşağılayıcı, ne yayıncılık etiğiyle ne de ahlaki kurallarla bağdaşmayan karikatürler yayınlanmıştı. Türkiyede yer yerinden oynadı. Halk sokağa döküldü. Bu terbiyesizliği yapanların gereğince karşılık alması istendi. Ancak Danimarka Başbakanı peygamberimize yönelik bu hakaretleri, “düşünce özgürlüğü” çerçevesinde değerlendirmişti. Doğaldır çünkü aynı başbakan ülkemizin bölünmez bütünlüğüne, milli varlığına karşı atalarının kemiklerini çiğneye çiğneye, bu ülkenin Mehmetine kurşun sıkan, vatan hainlerinin yayın organı Roj TV ile ilgili de aynı bahanenin arkasına saklanmıştı. Bu zat Danimarkanın Başkanı Rasmussen’di.

 

İşte aynı Rasmussen bu kez NATO Genel Sekreterliğine aday oldu. Türkiye rest çekti. Bizde bu duruşu alkışladık. Türkiye haklı olarak şu tezi ileri sürdü “ NATO çok uluslu bir organizmadır. Böyle bir organizasyonun Genel Sekreterlik gibi çok önemli bir görevine, daha önce İslam dinine hakaret edilmesine müsade edecek derecede hassasiyetten yoksun bir insanın atanması doğru değildir. Rasmussen bu iş için  EHİL değildir.” Bu çok haklı ve çok yerinde bir tutumdu. Türkiye ağırlığını hissettiriyor ve diyordu ki: “...biz uluslararası alemin şerefli ve başı dik bir ferdiyiz... Kusura bakmayın kendi değerlerimizi ezdirmeyiz. Saygı duyun ya da sonuçlarına katlanın...”

 

Böyle güzel başlayan bu süreç böyle devam etmedi. Araya İtalya Başkanı Berlusconi girdi. Pazarlıklar yapıldı. Restler çekildi. İktidar çark etmedi ama başı dik söylemlere de devam etmedi. Sonra devreye Obama girdi. Garantör oldu. Ve ne olduysa birden oldu, Türkiye Rasmussen’in Genel Sekreterlik yolunu açtı...

 

NATO değerli bir yapılanmadır. Genel bir meşruiyet kaynağıda denebilir. Bu noktada parçalı bütünde birbirinden kopuk olarak yansıtılan olayların bağını çözünüz. Obama’nın gelişiyle, Rasmussen’in seçilişi birbirinden bağımsız mı şimdi?

 

Sürecin böyle şekillenmesinde Türkiyeye verilen bazı vaatler vardı. NATO da iki makamda koltuk, Roj TV’nin kapatılması ve Rasmussen’in Türkiyeden ve İslam aleminden dilemesi gereken özür. Medeniyetler İttifakı Konferansı çerçevesinde Rasmussen Türkiyedeydi. Konuşmasını dinledim. Özür dilemedi. Roj TV meselesi soruldu, topu yargıya attı. Mahkemeler karar verecek dedi. Koltuklar hakkında bir bilgim yok. Eee sonuç... Onlar istediklerini aldılar, peki ya biz...

 

Ve sona doğru meylederken birden sonuca varılan süreçte, Son Osmanlı Padişahı 1. Recep’in “One minute” balonu, NATO zirvesinde, çocuğun ağzına çalınan bir parmak balla patlatıldı, biz gene istediğimizi alamadık. Güzel başlayan süreç, kötü devam etti.

 

Pkk Üzerinden İnce Oyun

 

Hem çiçeği burnunda NATO Genel Skereteri Rasmussen’in hemde Obama’nın değindiği ortak konulardan biri PKK idi. Burada önce olayı sonra yorumu verelim.

 

Olay şöyle; Obama meclise yaptığı konuşmada, PKK’dan doğrudan terör örgütü olarak bahsetti ve “Türkiye’nin sınırlarına sonuna kadar saygımız var, herhangi bir terörist mücadeleye izin vermeyiz” mesajı verdi. Bunu açık açık, bağıra bağıra, doğrudan söyledi. Vekiller alkışladı. Rassmussen de aynı şekilde PKK’dan bahsederken “Bir terör örgütüdür” dedi. NATO Genel Sekreterliği sıfatıyla söylemesi değerlidir. PKK terör örgütü olarak tanınmıştır. Gene alkışlar.

 

Herkesten duyuyorum. PKK artık tasfiye sürecine girmiştir, ABD terör örgütü ilan etti, desteğini çekti, NATO gerekeni artık yapacak vs. bir iyimserlik. Bence aslı böyle değil. Hiç iyimser olmaya gerek yok.

 

Sebep?

 

Bakınız şimdiye kadar izlenen siyaset şöyleydi: PKK Türkiyede yaratılmaya çalşılan farazi bir ulusun, Kürtlerin temsilcisi ve savunucusu, Türkiye ve Türkler ise, Kürtler’in celladı olarak lanse ediliyor, PKK’nın self determinasyon ilkesi gereğince, haklı ve meşru bir hareket olduğu söyleniyordu. Türkiye de başarısız diplomat ve devlet adamları sayesinde kendini anlatmayı beceremeyince işler yürüyor, isteyen bu kovana çomak sokuyor, isteyen PKK kartını istediğince kullanıyordu. Gelin görün ki artık bu devir bitti sanki. Türk halkı bıçağın kemiğe dayandığı noktaya geldi, uluslararası sistem artık PKK’nın bir terör örgütü olduğu gerçeğini laf cambazlığıyla sümen altı edemeyecek bir konumda kaldı. İşler böyle seyredince Türkiye’nin de haklı bir savunma hakkı kabul edilmek zorunda kaldı. Bu noktada uluslararası alem ve devletler ya Türkiye’nin yanında ya da oyuncak PKK’nın yanında yer alma noktasına doğru seyreder oldular ki, bu da Türkiye’nin PKK belasından kurtulması şeklinde sonuçlanan bir yola doğru gidiyordu. Bu ise birçoklarının işine gelmiyordu.

 

Şimdi buradaki ince oyuna bakın. PKK bitirilmiyor. Artık savnulamayan şekli değiştiriliyor. Yani siyasete ve sivilliğe sokuluyor! Bu süreç daha önce başlamıştı aslında şimdi ise netleştiriliyor. Obama konuştuğu her yerde, Kürt azınlıktan,  bunlara eğitim, kültür, dil hakları verilmesinden bahsetti. PKK silahlı örgütünü terör örgütü olarak ilan etti. Rasmussen, aynı şekilde bir tutumu farklı cümlelerle ifade etti. Ahmet Türk ile yapılan özel görüşmenin de buraya eklenmesi sanırım doğru olur. PKK tasfiye edilecek, evet muhtemelen doğrudur. Ancak sadece adı. Silahlı örgüte karşı artık Türkiyeyi daha fazla savsaklayamayan devletler özellikle büyük devletler ve büyük uluslararası organizasyonlar, PKK’nın şeklini değiştirecek ve Türkiye’nin kendini savunma hakkını elinden alacaklar. Adeta suni bir şekilde ayrıştırılan Türkiyedeki Kürtlerin hakkını savunan sözde bir oluşuma dokunulmazlık atfedecekler. Bu oluşumun adı değil kendisinin tasfiye edilmesi değerlidir. Yoksa bu günkü adı PKK’dır yarın ki adı, başka birşeydir. Bu gün silahı kullanır yarın siyaseti. Değişen birşey olmaz. Artık dünya PKK terör örgütünü savunamıyor. Aklı başında olan herkes yanlışlığın farkına varıyor. Dünya kamuoyu uyanıyor. Bu uyanışı engelleyemeyenler, uyanışı kendi lehlerine kulanıyorlar.

 

Ve bu anlattıklarımdan sonra şaşırıyorum doğrusu. Obama “terör örgütü” dedi, Rasmussen “terör örgütü” dedi diye sevinenlere. Diyecekler tabi. Plan başka. Bence bu söylediklerim ciddi bir şekilde değerlendimeye alınmalıdır. “YENİ DÜNYA” düzeni, adı altında, şekil değiştiren ve hukuki meşruiyet ve dokunulmazlık kazandırılan bir başa PKK Türkiye’nin başına bela edimeye çalışılıyor bence. Bu hususu iyi değerlendirin.  

 

 

 

Eski Tas Eski Hamam, Yine Sunilik Yine Sözde Ermeni Soykırımı

 

Mecliste Obama’nın yaptığı konuşmadaki ilginç noktalardan birisi de Ermeni Soykırımı ile ilgili söylemleri.

 

Bazıları gene sevniyor, aman Obama “soykırım” demedi, “soykırımı tanıyın” demedi diye. Acaba öylemi? Bence değil.

 

Obama konuşurken, tarihin acı veren, trajik olaylarından bahsetmedi mi? Konu başlığı Ermeniler değil miydi? Peki soruyorum tarihin acı verici, trajik olayları ne demektir? Sözde Ermeni Soykırımının, farklı bir şekilde ifade edilmesi değil midir? Peki gene meclisteki konuşmada tarihinizle yüzleşin ifadesi kullanılmadı mı? Peki bu ne demektir? Nasıl bir Poliannacılıktır ki, “tarinizde acı verici trajik olaylar var, tarihinizle yüzleşin”, denmesine rağmen, hala, “Oley Ermeni Soykırımı demedi, tanıyın demedi” deniliyor. Herhalde öyle denmeyecek. Yukarıda açıkladık, antipatiklik vs. Aynı Obama, Ermeni Meselesiyle ilgili olarak, Cumhurbaşkanıyla görüştükten sonra, “Benim fikirlerim kayıt altındadır, Gül’le yaptığım görüşme fikirlerimi değiştirmemiştir”, demedi mi? Neydi bu değişmeyen fikirler? Soykırımın olmadığı mı yoksa sözde soykırımın olduğu mu? Şimdi bütün bunlar denmişken hemde en denmemesi gereken yerde, Millet Meclisinde, Milletin Meclisinde denmişken nasıl kalkılıyorda, iyimserlik gösterilebiliyor? Bush soykırımı tanıyın diyordu, Obama tarihinizle yüzleşin diyor. Farkı nedir? Bence bir farkı yok. Farkı sözlerin yumuşamasında. Farkı Türkiye’nin giderek daha güçlü bir konuma geliyor olmasında. Bu güçlenişi başkalarının fark edip, bizim fark etmememizde fark. Çünkü dikkat edin ne diyoruz Türk kamuoyunun desteğini almak için uygulanan politikalar, Türkiyeyi zayıf düşürmek için uygulanan politikalar vs. Demek ki birileri Türk kamuoyunun desteğini almadan, halkı yönlendirmeden bazı işleri yapamıyor. Türkiyenin başına çoraplar örmeden bazı işleri yapamıyor. Bunu bir fark edebilsekde, karşı hamlelere girişebilsek neler olur ya. Neyse...

 

Peki kazanım yok mu? Tabiki var. Ermenilerle olan ihtilafın Türkiye’nin iç meselesi olduğunun belirtilmesi tabiki bir kazanımdır. Önüne gelen burnunu sokmasın tabiki. Ancak bu kazanımda, mecburen verilmiştir. Niçin? Çünkü ABD’de Obamaya oy veren büyük bir Ermeni kitlesi var. Kendi ülkesinde, zor durumda kalmamak için söylüyor bunu. “Ben TBMM’de Ermeni Soykırmını tanıyın dedim ama bu onların iç meselesi ben nasıl karışayım”, diyebilmek için söylüyor. Türkiyede “soykırım” lafını kullanmayarakta, Türk kamuoyunu kaybetmiyor. İnce bir politika izliyor.

 

Ayrıca Ermenistanla sınır kapınızı açın, diyor. Biz keyfimizden mi kapattık. Ermenistanın Azerbaycanda bütün dünyanın gözleri önünde yaptığı kırım, zulüm ortadadır. Bunlar unutuluyor haliyle. Şair ne güzel söylüyor, “Dert müslüman Türk’ündür, hür dünya ondan sağır” diye. Tavrımız açık, Ermenistan Azerbaycandan çekilsin, kapıyı açalım. Azerbaycanlı kardeşlerimiz, tepki gösterdiler ki gayet haklılar bence. Ermenistanla ilişkileri düzeltmek için, Azerbaycanla ilişkiler koparılamaz. İnşallah böyle bir hata da yapılmaz. Ama bakalım süreç nasıl gelişecek.

 

Ruhban Okulu

 

Bir de Ruhban Okulu meselesi var. Dendi ki “Ruhban okulunu açınız”. Türkiye Ruhban okulunu açmayalım demiyor ki. Bakınız olay şöyle. Türkiye diyor ki, biz Ruhban okulunu açarız ancak bu bir eğitim kurumudur ve Türkiyede eğitim birdir, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak açalım. MEB’de burayı YÖK’e bağlıyor. YÖK’de diyor ki, burası bir dini eğitim merkezidir öyleyse İlahiyat Fakültesine bağlı bir Meslek Yüksek Okulu olur. Yani normal, yasalara uygun olarak açalım deniyor. Ancak Patrikhane diyor ki, hayır burayı sadece bana bağlı olacak şekilde açın, hiçbir şekilde denetim kabul etmiyorum. Sorun burada. Aynı Patrik Ekümenlikte istiyordu. Ne demektir Türkiyede, Türk yasaları tarafınan denetlenmeyen, eğitim sistemi, öğrencileri, öğretilen şeyler denetlenmeyen bağımsız bir eğitim kurumunun olması. Mümkü müdür böyle birşey? Ancak sayın Obama bu şartlarla dahi Ruhban okulunu açın diyor, Patrik de kendisine verdiği destekten ötürü teşekkür ediyor.

 

Soruyorum: Rum Patriği, Türkiye’nin yasalarının dışında birşey istemiyor mu? Evet. Peki gene soruyorum Rum Patriği Obamaya teşekkür etmiyor mu? Evet. Peki Obama Patrikliğin isteğinin dışında bir söylemde bulunsaydı, Patrik teşekkür eder miydi? Hayır. Ee öyleyse, Obama Türk yasalarının dışındaki bir şeye ve bu yasalara aykırı hareket etmek isteyenlere destek vermiş olmuyor mu? Evet. Eee daha neyi konuşuyoruz.

 

Hal böyleyken, bütün bu anlattıklarım ortada dururken kalkıp Obamanın gelişini nimet, Obamayı veli nimet, bu dönemin böyle bambaşka, yeni, temiz bir sayfa olduğunu söylüyorlar ya, ben çok saçma buluyorum. Değişen birşey yok. Sadece “ESKİ DÜNYA” düzensizlikleri “YENİ DÜNYA” düzeni adı altında lanse ediliyor. Türkiyeye dayatılan herşey gene dayatılıyor. Şeffaf perdenin az ilerisini görebilmek lazım.    

 

...

Perde kurduk, ışık yaktık. Başlayan bir gazeldir. Hüner değilse de yaşamak ne de güzeldir. Maharet, oynayan kim oynatan kim bilmededir. Gölgede solmadan açmayı becerebilmededir.

...

Anıl BEŞİR //  Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi

E posta: anilbesir@gmail.com

 

 


Sitemizin tasarımını nasıl buldunuz?
Çok güzel...
Güzel...
Daha iyi olabilirdi...
Tasarım içerikle uyum halinde değil...

(Sonucu göster)


 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol